Koşmak ve Efsunlanmak
Koşan insanlar gördüğünüzde ne düşünüyorsunuz? Dertleri ne ki öyle sabahın köründe, tatil gününde, soğukta, yağmurda, sıcacık mışıl mışıl uyumak, ayaklarını uzatıp keyif çatmak varken. Biraz garipsemiyor musunuz? Doğrusu bir zamanlar ben böyle hissediyordum. Hem de spora uzak olmayan biri olarak. Yıllar önce Amerika günlerimde dikkatimi çekmişti kitleler halinde koşanlar. Bu kadar aşırı kilolu insanın yaşadığı, sağlıksız beslenmenin pompalandığı bir ülkede, milli atlet gibi koşanlar ironik bir görüntüydü bence.
Düzenli spor salonuna gitmeye çalışsam da, spor hayatımda hep olsa da, disiplinli bir biçimde, yoğun olarak hiç uğraşmadım. Sağlıklı, zinde ve fit olmayı hep önemsedim. Hantal, hareketsiz, tembel bir yaşam biçimini sevmedim. Spor yapmak benim için uzun süre sadece bunları ifade etti. Tutku değil alışkanlıktı ve bu alışkanlığımı sorgulamadan sadakatle sürdürdüm. Ta ki bir kaç yıl önce en konforlu spor salonlarının bile havasının boğucu, LCD ekranların, diskotek gürültüsünün, yanar döner ışıkların anlamsızlığını hissedene kadar. Bir adım yanınızda, hep karşılaştığınız, telefonu ya da ekranı ile meşgul, ayakları makina ile uyumlu mekanik adımlar atan kitlelerin içinde olmak istemiyordum artık. Ağırlık kaldırıp, ağır iniltiler çıkarmak, sert, şekilli kasların olması, sokağın ve kış ikliminin sertliğini, dünyanın ağırlığını hafifletmiyor, yeterince sağlıklı yapmıyordu sanki.
Doğa da olmak iyi gelebilirdi. Kentte kalan son orman parçalarına daha yakın olmak istedim. Ormanda koşulurdu tabi ve güzel havalarda koşmaya başladım. Ara ara eşlik edenler olsa da, sürekli birlikte koştuğum birileri yoktu. En sportif arkadaşlarım bile erken kalkmaya üşeniyordu. Yalnız koşmak fena değildi, ama sürekli koşan birilerini görmek te iyi geliyordu. Birbirini tanımayan kişiler arasında sessiz bir dostluk dayanışma hissediyordum. Nitekim hoş dostlarım oldu sonra koşmayı sevenler arasında. Yağmurdan ve soğuk havadan korkmamayı, yıllar önce karanlıktan korkmamayı öğrendiğimiz gibi öğrendim yeniden. Mızmızlığı, üşengeçliği bırakmaya, hava aydınlanmadan uyanmaya başladım. Dayanıklılık ve doğallık gelişip yerleşiyordu zamanla.
Tek başınıza koşarken motivasyonunuzun daha güçlü olması, daha dirençli olmanız gerekir. Evden çıkarken planladığım mesafeyi koşamadığım zamanlar oldu. Arada hafif kaytarmalar, bahaneler, bir gece önceki yemeği, içtiğiniz şarabı suçlamalar. Bunlar okul yıllarının ödev yapmamalarından, dersten kaytarmalarından farksızdı.
Koşarken başka kapılar aralandı, kendimle ve çevre ile ilgili farkındalıklarım arttı. Mesela koşarken düşünmek güzeldir. Planlar yapmak, kendinle kalmak, bütün kakofoniden, “çılgın kalabalıktan uzakta” olmak, hayal kurmak ve en önemlisi bir yandan da motivasyonunuzu gözlemek. Çünkü siz hayaller kurarken, motivasyonuz elinizden tembellik denizine kayan bir afacandır. Onu kandırmayı deneyebilirsiniz; bitiş çizgisinde en sevdiğiniz insanın sizi beklediğini hayal etmekten tutunda, önemli bir engeli bitirmenin vereceği keyfi düşünmek gibi… O keyif ve iyi bir iş yapma duygusu bütün gün sizi izleyip tüm yaşamınızı efsunu altına alıyor. Aslında koşmak, hayatın ve karşınıza çıkan engellerin, onlara nasıl davrandığınızın birebir modeli. Zannediyorsunuz ki, yaptığınız şey fiziksel gücünüzü ortaya koymak. Hayır bu psikolojik bir mücadele. Kaytaran yanınız ve inanan azimli yanınızın savaşı. Her koşu bir zafere dönebiliyor, ya da “ hiç yoktan iyi, bugün tam olmadı ama iyi bir şey yaptım, bir dahaki sefere daha iyi olacak” diyorsunuz. Bir sonraki yarışı ne kadar zamanda bitireceğinizin tatlı rekabeti geliştiriyor sizi. Sınırlarınızı, güçlü ve zayıf yanlarınızı yani kendinizi tanıyorsunuz, bir bir dökülüyorsunuz önünüze; buyurun çalışın üzerinde, yontun ve geliştirin kendinizi. Kaslarınızdaki sıcak yorgunluk ve hafif ağrı, bu zamana kadar tanışmadığınız küçük ordunuzla tanıştırıyor sizi. Gün geçtikçe açıldığınızı, zorlandığınız noktaları kolaylıkla aştığınızı, aslında 18 yaşında durdu zannettiğiniz, o zamanlar farkında olmadığınız büyüme ve gelişmeyi, ilerlemiş yaşınızın olgunluğu ve farkındalığında yeniden yakalamanın sevincini yaşıyorsunuz.
Düzenli koşmaya başladıktan sonra 20’li yaşlardaki enerjiyi, sağlamlığı yakaladığını, her açıdan kendine güveninin arttığını söyleyen çok kişi gördüm. Benden daha sıkı antrenman yapan arkadaşım, yemek yemekten daha çok keyif aldığını, son yıllarda hiç hastalanmadığını, grip bile olmadığını, daha az yorulduğunu ve uyuduğunu, bedensel olarak 10 yıl öncesinden bile iyi olduğunu söylüyor. Ben de bu olumlu değişiklikleri deneyimliyorum.
Grup olarak koşmak, arkadaşlarınıza söz verdiğiniz için yataktan kalkmak, en motivasyonsuz anınızda bile onları görünce canlanıp gaza basmak ya da nefesinizin zorlandığı o son metrelerde onların varlığından güç almak. Sonra duyduğunuz itiraflar; o da sizden güç almış. Birlikte iken tek başınıza koştuğunuzdan daha iyi iş çıkarıp, daha çok keyif alıyorsunuz. Her tür birliktelikle örtüşen bir analoji değil mi bu? Koştuktan sonra beraber daha lezzetli gelen, hak edilmiş kahvaltılar…
Hollywood filmlerinde sauna sahneleri vardır. Hani kahramanlar başka zaman yapamadıkları en sıkı dertleşmeleri yapar, sırlarını paylaşır. Bir kaç dostumla işte o sahnelerdeki sırdaş muhabbetlerini yapıyoruz koşarken. Uzak kalınca eksikliğini hissetmeye başladım bu keyifin.
Koşmaya zaman bulunamıyor mu diyorsunuz? Hayır, güne daha erken başlayıp, daha iyi programlıyorsunuz. Mesela tatile ya da iş seyahatine giderken bile lastik ayakkabınızı atıyorsunuz bavula. Bilmediğiniz bir şehri tanımanın en iyi yolu sokaklarında koşmaktır diyen arkadaşıma katılıyorum. Şafakla beraber çıkar, toplantılardan önce bir kaç saat yürürdüm önceden. Şimdi koşuyorum kent henüz uyanmadan. Zeytin ağaçları ile çevrili, 6 bin yıllık Akropolis’in kaldırımları mesela, Alaçatı’nın taş evlerle dolu dar sokaklarından denize açılmak, Şikago’da göl kenarında, Amsterdam’da kanalların arasında, Antalya’da otel aralarında, Berlin’de parklarda koşmak… Ormanın bin bir renk manzarasında, çıtırdayan yaprakların üzerinde, bir nevi alçaktan manzaraya dokunarak uçmak…
Ne demişler; kuş uçar, balık yüzer, insan koşar. Koşan insan dışarıdan bakanların anlayamayacağı, sadece koşanların bildiği bir efsunlanma, bir nevi çılgınlık yaşıyor.