Şarkılı Hayat Bilgisi Defteri
Hiç müziği olmayan film gördünüz mü? Sevdiğiniz filmleri hatırlayın, çoğu kare fon müziğiyle gelir gözünüzün önüne. Bazen de film kaybolur şarkısı kalır dilinizde. Hayat boyu müzik hiç bırakmaz insanoğlunun elini, çok ta iyi eder onu bırakmayanlar. Hayatımızın her önemli sahnesinin fon müzikleri, şarkıcıları vardır. Kendi parçalarınızı düşünün bir, favori müziklerinizi.
Bebeklikte başlar insanoğlu ninnilerle sakinleşmeye, huzurla uyumaya. Konuşmaya başlamadan önce seslerinin melodisinden tanır insanları. Güzel seslerde gülümser, gök gürültüsünden, gürleyen insan seslerinden korkar, ağlar. Sonra reklam müzikleri, ilk mırıldanmalar, çocuk ve okul şarkıları… Anadolu ninnileri ve ağıtlarının ritimleri, sözleri ne çok benzer birbirine. Doğum ve ölümün benzeyip, kardeş olması gibi.
Okul öncesi yaşlarda evdeki plakların renkli kapaklarına, fotoğraflara bakmayı çok sever, içinden çıkacak sesleri merak ederdim. Neşe Karaböcek plaklarındaki sesi sevmiştim. Çünkü onun kendi yaşlarımda bir kız çocuğu olduğunu düşünürdüm, o ince bebeksi sesiyle. Plağın kapağında bekleyen kadın ise şarkıları söyleyen kızın annesi olmalıydı ama ben o görünmeyen şarkıcı kızın görüntüsünü, saçını, elbiselerini düşünürdüm. Sonra onun biraz büyük ablası sandığım Selda Bağcan’ın “Adaletin bu mu dünya” şarkısı ezberleyip söylediğim ilk şarkıydı. O küçük karaböceğin şarkılarından daha çok beğendiğim, dünya adaletsiz diyen şarkıyı söylemeye çalışırken henüz 5-6 yaşındaydım! Bu arada o albüm kapağında elinde gitarı ile Selda, incecik muhteşem bir genç kızdı, benim ablam olsa iyi olabilirdi.
Defalarca dinlenen ilk gençlik dönemi şarkıları. Yeterince dile gelememiş isyanların, fırtınaların, aşkların bayrağıdır. Kimi zaman kimlik arayışına model olur şarkılar, sanatçılar. Kimi zaman da tetiğe basar, “ateş !” der tutsak fikirlere ve duygulara.
Beş altı yıl önce İstanbul’da izlediğim Marianne Faithfull ve Patti Smith, ilk gençlik yıllarımdaki idol arayışına, benim Patti’ci, yakın bir arkadaşımın Marianne’cı olduğu günlere geri döndürdü. Marianne feminenliğin, cinselliğin önde olduğu, rock yıldızlarıyla birlikteliği, çalkantılı yaşamı ile var olan bir rock yıldızıydı. Patti ise, incecik bedeni ama dirayetli, çelik duruşu, sanatın bir sürü alanı dünya ve yaşam üzerine soruları ve doğallığıyla idolümdü. Erkeklerle ilişkisi uzun soluklu idi ve sevgili, dost, kardeş, anne gibi rollerin hepsini kapsayan çiçek demetiydi sanki. Acıları ve hüzünleri Marianne gibi çoğunlukla aşk üzerine değildi. Bu iki muhteşem kadını 60 yaşlarında bir kaç yıl arayla İstanbul’da sahnenin en önünden izledim ve evet yanılmamıştım. Marianne göçmüştü, Patti ise hala incecik vücudu ve sahnede tavan yapmış yaşam enerjisiyle gençliğinden daha değerliydi. Son yıllarda edebiyata ağırlık vermiş, filozof bir rock stardı.
İşte Marianne ;
Ve biricik Patti;
Bir terapi seansında, geçmişindeki bir sürü olayı hatırlamadığını söyleyen genç bir danışanla unutkanlığının nedeninin, anılarının hiç bir duygu tonu taşımaması, onları duygularından arındırarak ansiklopedik bir bilgi gibi kimsenin uğramak istemediği tozlu raflarda saklaması olduğunu düşünmüştük. İşte müzik yıllar içinde dağılan anılarımızın bir nevi zamkı, ipucu, hatırlatıcısıdır.
Müzik sadece müzik değildir. Yıllar içinde dünyanın, ailenizin, sizin yaşadığınız devrimin belgesidir plak, kaset ve CD koleksiyonları. Hangi duygularda; hangi derinlerde tepelerde gezindiniz yıllar boyu, haritanız, ayak izinizdir. Her aşkın bir albümü vardır. Aşkın farklı demlerinin farklı enstrüman, ritm ve güfteleri olan aşk şarkıları. Hayat sessiz sessiz akarken, şarkılar çığlık çığlığa renklendirir onu, Birsen Tezer’in seslendirdiği gibi.
Müzik çoğu zaman aydınlatır, yeni dünyaların, kültürlerin kapısını aralar. Hiç bilmediğiniz bir dilde mırıldanmaya çalıştığınız şarkının anlamını merak edersiniz. Bir yolculukta, yan koltuktaki Brezilya’lı ipodundan size tambourine sesi dinletir. İlginç öyküler duyarsınız dünyanın bir ucundan.
Ayna tutar müzik bazende. Yıllar önce Amerika günlerimde,
halk kütüphanesinde en sevdiğim saatler, dünya müziklerine ait CD’leri keşfettiğim zamanlardı. Ödünç almak serbestti ve bir sürü CD kopyalamıştım. National Public Radio’yu keşfetmiş, dünyanın en ücra köşelerine, seslerine götüren World Cafe programının müdavimi olmuştum.
Bir gün Meksika kökenli ev arkadaşım ve arkadaşlarına, Lila Downs konsere geliyormuş, mutlak gidelim dediğimde “ O kim ? ” demişlerdi. Şaka yapıyorlar zannettim önce. Nasıl bilmezlerdi Meksikalı bu muhteşem sesi. Hani dedim şu Frida Kahlo filmi’nin müziklerini söyleyen kadın vokal.
Gerçekten bilmiyorlardı, şaka değildi. O sırada kendimi düşündüm ve o zamana dek ilgi duymadığım halk müziği sanatçılarımızı bir yabancıdan duyduğumu hayal edip irkildim, utandım. Yıllarca zevkle takip ettiğim rock, jazz, klasik müziği bir batılıya anlatacak kadar tanıyan, ama kendi kültürünü bilmeyen yeni kuşak bir lale devri insanı mı olmuştum? Doğduğum, büyüdüğüm toprakların yerel müzikleri ile Neşet Ertaş, Sabahat Akkiraz, Mahsuni Şerif’le tanıştım dünyanın öbür ucunda. Müzik beni, kabullenmekte zorlandığım; Anadolulu, batılıların “Doğulu”, “Ortadoğulu” dediği kimliğimle barıştırdı. Bu sayede Anadolu’nun tarihi ve kültürel zenginliğini daha iyi tanıdım, öğrenme ve sahiplenme gereğini anladım.
Müzik bilmediğiniz yaşamların kapısını aralar, birbirini tanımayan insanlar arasında bir köprü kurar. Amsterdam’da Concerta isimli bir müzik mağazası vardır. Üç ayrı bölmesi, sallanan ahşap döşemeleri, geniş ikinci el ve yeni plak, CD koleksiyonu ile ilginç, eğlenceli bir yerdir. Klasik müzik bölümüne bakan aksi ihtiyarın bir kaç ters lafına alınmadım, her gidişimde ısrarla sordum. Amatör bir klasik müzik ya da jazz dinleyicisine bir eserin hangi orkestra ve baskısının işe yaradığını, sizi nelerin mutlu edeceğini bilir. Damarına basmazsanız, albümlerin ve sanatçıların hikayelerini anlatır. Eric Satie’den başlar, Terez Montcalm’a geçebilirsiniz.
Müzik bazen acayip bir parfüm gibidir, bir kaç saniyede çarpar sizi. Ne olduğunu anlamaz, anlatamazsınız. Beyoğlu’nda film izlemenin keyifli olduğu yıllardı. Bir kaç saniyeliğine gelecek sezon filmleri tanıtılırken vuruldum arkadaki müziğe. Üzerine koca bir film izlediğim halde, o bir kaç saniye izlediğim filmin müziği çıkışta aklımdaydı. Tindersticks’in muhteşem balladlarıyla 2002 yılında Trouble Every Day filmine yaptıkları müzik sayesinde tanıştım. Hüznü huzurla birleştirip sanki bir orkestradan dinliyormuşçasına anlatan değişik bir gruptur. Yıllarca ne zaman Beyoğluna gitsem, sokakların tarçın kokusu gibi Tindersticks müzikleri sarıldığını hissederim.
Müzik, kulağınızı ve yüreğinizi vererek dinlerseniz yaşınız ne olursa olsun hayat dersi verir size. En son Atina seyahati öncesi vakitsizlikten ve biraz da akışa bırakma isteğinden, alıştığım nereye gidilir araştırmasını yapmadım. Egenin karşı kıyısında eğlence meşhurdu ve güzel bir yerler bulunmalıydı canlı müzik için. Otel görevlisine turistlerin değil, Yunan halkının gittiği güzel Yunan müziği yapan bir yer önermesini rica ettim. Kafası karışıktı biraz, taksi şöförü ile konuştu ve ona tarif ettiğini söyledi. Yağmurlu ve karanlık bir akşam, İngilizce bilmeyen bir taksici, kentin uzak bir semti Gazi’de bizi bırakıp eliyle karşıdaki ışıklı mekanları gösterdi. Sokakta 20-25 yaşlarında alkole, eğlenceye akmış Yunan gençleri ve bolca yağmur vardı. Beklentimizi tabana indirip, bir kaçına girelim sonra geri döneriz dedik. Yaklaşınca bir kitapçı ve sanat galerisi olduğu anlaşılan dükkanın arkasındaki salonda canlı müzik olduğunu öğrendik. Kalın siyah perdeleri kaldırıp ürkerek geçtik loş mekana. Masalarda mum ışıkları ve içkilerin olduğu, taş duvarı ve aynalarıyla çok hoş dekorasyonu olan uzun salon tıka basa orta yaş Yunanlılarla doluydu. O gece bildiğim iki üç Yunan sanatçısından biri olan, yaz aylarında albümünü sürekli dinlediğim Yorgo Dalaras ve muhteşem orkestrası izlediğim en güzel konserlerden birini yaşattı. Rumca sözler, ud, buzuki başka bir etki bırakıyordu ve Al dimeola, Sting, Eric Clapton boşuna çalışmıyordu Yorgo’yla.
Hayat biz plan yapmadan da sunuyor meyvelerini aslında. Hep iz peşinde, hesaplayarak mühendis gibi yaşamak yerine, müzik peşinde ya da hiç peşinde olmak gibi bir seçenek te varmış ve güzelmiş değirmenlere karşı.