Kıyameti Kendinden Menkul İnsanlar
Hani derler ya cenneti de gördüm cehennemi de bu dünyada diye. Güzel laftır, neler görmüş geçirmiştir böyle söyleyen kişi, düşmeyi de sonra kalkıp devam etmeyi de öğrenmiştir. Mecnun da olabilir, bilge de yaşadıklarının sonucunda, ya da hiç bir şey.
Futbolda sonucu gol sayısı belirlese de, sahanın her yerine ayak basılmış mı, kafa göz yarmaktan korkmadan kafa toplarına çıkılmış mı, top taca atılmış mı, penaltı yakalanmış mı, hakem düdüğü, tezahurat ve ıslık yenmiş mi, ne kadar paslaşmış kişi; maçı heyecanlı hale getiren bunlardır aslında. Yoksa sayılı metrekarede git gel, aynı hareketlerle debelen, top çevir, hep savunmada kal, kaybetmemek için say zamanı… Kazanmış sayılsan da, ne kazandığın net değildir, keyifsizdir.
İleri yaşta ölüm korkusu yaşayan insanlar, sınav süresi bitmiş ama hoca 1-2 dakika daha verse sonucu değiştirecek cevaplar çiziktireceğini sanan panik halindeki öğrenciye benzer. Kim bilir neler kaldı, istenip te yaşanamayan, hep sonraya ertelenen, oraya yazılamayan, hani dilinin ucunda, hep akılda ama dökülemeyen. Ya yanlışsa, ya kaybedersem, ya ceza alırsam? Hep bu çocukluktan, öğrencilikten kalma korkular biçimlendirmiyor mu yaşamın siluetini? Kolay değil tabi bünyeye, neredeyse fark edilmeden genetiğe işlemiş korkulardan birden kurtulabilmek erişkin olunca. Farkında mısınız, cenneti de yaratan cehennemi de insanoğlunun bu korkularıdır dünyada. Ne kadar cesaret ettin farklı bir şeyler yapmaya, ne kadar duyabildin iç sesini, ne kadar boşlayabildin kimin koyduğu belli olmayan saçma kuralları. Ne kadar sıyrılabildin, kötülüklerden korusun diye çocukluğunda giydirilmiş korku elbiselerinden. Oysa insanı kendi gücünden, arzularından, derinliklerinden korur bu zırhlar. Kolay değil öyle kolay kurtulmak, özgürleşmek.
Yine de biraz olsun başımızı çemberin dışına çıkarmak denenebilir. Hiç plansız yapılan işler mesela, rutini, zincirleri gevşetmekle başlamak, ajanda da yazmayan bir şeyi yapmak. İşe farklı yoldan gitmek, hiç yemediğiniz bir şeyi yemek. Alakanız olmayan bir insanın hikayesini dinlemek. Kendinizi ve dünyayı yargılamayı kısa bir süre de olsa durdurmak. Tarzınız olmayan bir şey yapmak, işiniz olmayan, yolunuzun hiç düşmediği sokaklarda, sonucunu düşünmeden dolanmak. Daha başka bir yolla göstermek, söylemek sevginizi. Kim bilir belki yaşamınızda mükemmel sandığınız kurulu ağlarınızda hafif sekmeler, onun bir örümcek ağı olduğunu gösterir. Ne kaybedersiniz ki, azıcık zaman karşılığında biraz eğlence. Ne demiş Beckett: “Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil. ” Hiç denemeyenler, hep korkanlar kaybediyor aslında hayatta ve deli gibi korkuyor ölümden.
Bugünlerde kıyamet senaryolarından korkmak, henüz zaman varken derin uykulardan uyanmayıp kabuslara teslim olmak garip değil mi? Ne sevip ne sevmediğimizi unutmak, hissiz yaşamak, alışkanlıklara ve sorumluluklara teslim olmak, günlük kar zarar hesabı yaparken en kıymetli şeyimizi, yaşamımızı tüketmek. Kerameti de kıyameti de kendinden menkul insanlarız aslında, kendi kıyametimizi kendimiz hazırlayan.